donem-odevim
  Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve İncelenmesi
 
Gurbet Temasını İşleyen Şiirlerin Derlenmesi ve
İncelenmesi
Halk Şiirlerinde Gurbet
Teması

Gurbet, Arapça garb kökünden türemiş bir kelimedir. Güneşin
battığı taraf, batı anl***** geldiği gibi, atıldıktan sonra bulunmayan ok,
yürügen at, göz yaşı, göz yaşının geldiği damar anlamlarına da gelir. Ayrıca,
gariplik, yabancılık; yabancı bir memleket, yabancı yer anlamlarını da taşır.
(Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav A.Ş. İst. 1985) Bu durumda
garip de vatanından uzaklara batıp gitmiş, vatanından uzaklaşmış insan
anlamlarına gelmektedir.

Türk edebiyatının aşıklar dilinde gurbet,
sevgiliyi bulmak için düşülen yollar, uğranan illerdir. Hançer-i feleğin ucu
ciğerde / Durmayıp artıyor yara bu serde / Gurbet diyarında tutuldum derde / Gel
tabip yaramı sar garip garip, der, Erzurumlu Emrah. Bir başka şiirinde de
Sevgilim hayal-i vuslatın beni / Diyar-ı gurbette hayran gezdirir,
der.

Karacoğlan da bir şiirinde gurbetten şöyle yakınır: Gittim gurbet
ile geri dönülmez / Kim ölüp de kim kaldığın bilinmez / Ölsem gurbet elde gözüm
yumulmaz / Anam, atam bir ağlarım yok benim.

Yunus Emre’mizin dilinde
gurbet daha derin bir anlam taşır: Ben yürürüm ilden ile, / Dost sorarım dilden
dile / Gurbette halim kim bile, / Gel gör beni aşk neyledi. Burada dile gelen
gurbet, aşıkların dilindeki gurbetten biraz daha farklıdır: Bu dünyaya gelen
kişi ahir yine gitmek gerek / Misafirdür vatanına bir gün sefer itmek gerek. Bu
vatan, beka alemidir: Mülk-i fenadan geçeyin dost iline uçayın, diyen Yunus, bu
gurbet diyarını fena yurdu olarak görür; çünkü asıl yurt, Dost ilidir. (Türk
Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, cilt.3)

Görüldüğü gibi
Yunus dilinde, dolayısiyle “tasavvuf dilinde gurbet, hakikate erişmek arzusu ile
vatandan ayrılıştır. Sûfîlere göre insanın aslî vatanı ruhlar alemidir. İnsan
buraya geçici olarak ve misâfireten gelmiştir. O bu alemde gariptir, ruh daima
aslî vatanı olan melekut ve ruhanîler alemini özlemektedir. Garip, gurbette
bulunan, yad ellerde olan, vatanından ayrı düşen. Hâlinden anlamayan, duygu ve
düşüncelerine yabancı kalan kimseler arasında bulunan kimse. Câhiller arasında
alim, fâsid ve fâsıklar arasında takva ve salâh ehli gariptir. Çok yüksek
seviyede mânevî ve ruhî haller içinde bulunan arifler hem bu dünyada hem o
dünyada gariptirler. Zîrâ hallerinden kimse anlamaz. Arifîn sırren ve ruhen tek
ve yalnız kalması gurbettir. Onun halk arasında halinden anlayan bir kimsesi
yoktur.”(Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Marifet yy. İst.
1991)

Marifet ve halden uzak kalındığında gurbet ani’l-Hak (Allah’tan
gurbet) vücuda gelir. Bu mertebede duyulan dehşet ve hayrettir. Bununla ilgili
olarak, bir hadiste, “Allah’ım vahşetimi (yalnızlıktan duyulan ızdırap) gider,
gurbetimi artır.” denilmektedir. Bir başka hadiste de, “İslâm garip geldi, garip
gidecektir.” buyurulmaktadır.

Gurbet duygusunun temelinde vatandan
ayrılış vardır. Tasavvufta da vatan, âlem-i bekâdır. İnsan buradan âlem-i fenâya
gelmiştir; yani asıl vatanından ayrılmıştır. Mevlânâ, Divân-ı Kebîr’inde bunun
için, “Biz vatanımızdan ayrılmışız, bu yüzden yorgunuz, sınanmadayız. Vatandan
ayrı düşen nasıl kendine güvenebilir.” der. Mesnevi’de ise, “Her kim ki kendi
aslından uzak kalır, daima o asla dönmeye çalışır.” demektedir.

Tasavvuf
dilindeki gurbet, Kalbin zümrüt Tepeleri’nde şöyle tasvir edilir: “ ...gurbet,
maksuda ulaşabilmek için, o güne kadar alışılagelen dünya ve onun cazibedar
atmosferinden uzaklaşma veya o atmosferde uhrevî buudlu yaşama şeklinde
yorumlanmıştır ki, buna dünyanın mânevî mimarlarının hâleri de diyebiliriz ki,
hâlden hâle intikal gurbeti, halktan hakk’a yönelme gurbeti, Hakk’tan halka
nüzûl gurbeti bu sözcükle zihinlerimizde canlanan ahvâlden sadece
bazılarıdır.”

Bir hadis-i şerifte: “Cenab-ı Hakk nezdinde kulların en
sevimlisi gariplerdir. Onlar, din ve diyanetleri adına halktan
uzaklaşabilenlerdir ki, Meryem oğlu İsa ile haşrolacaklardır.”
buyuruluyor.

‘Her garibin gurbeti farklı olabilir: halinden, dilinden
anlamayan insanların içindeki hâl ehlinin gurbeti; fâsık ve fâcirlerin arasında
salihlerin gurbeti; mülhit ve münkirlerin karşısında iman ve iz’an ehlinin
gurbeti; câhil ve görgüsüzler dünyasında ehl-i ilim ve irfanın gurbeti; sûret ve
şekil erbâbı beyninde mânâ ve hakikat erlerinin gurbeti gibi... Yine bir hadis-i
şerifte: “İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü gelince
yine gurbete avdet edecektir. Herkes bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah
hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun! Halk iman ve takva açısından
(turkeyarena.com) zaaf gösterdiği o gurbetler gününde onlar, keyfiyet olarak
sürekli köpürür dururlar.’ buyurulur. (Kalbin Zümrüt Tepeleri –2-, s.
70-71)

Yararlı ve Hz. Sahib-i Şeriat’ın lisasında memduh sayılan gurbet
Hak erleri dediğimiz ehlullahın gurbetidir ki ..... üns billah’la taçlanmış,
marifet derinlikli, muhabbet ve iştiyak televvünlü bir gurbettir. Böyle bir
gariplik içinde bulunan sâlik, gurbet rampasıyla sık sık “üns billah”a yükselir,
hiçbir zaman mutlak yalnızlığa düşmez; yalnızlık anlarını O’na ulaşmanın
işaretleri kabul eder ve kendini her zaman Allah’ın vilâyeti, Peygamberin
imâmeti ve mü’minlerin refakatiyle müeyyed görür; görür ve zati değerleri
ölçüsünde dünya ile olan münasebetlerini devam ettirir. Her zaman ibadet ü
taatla dopdolu, tam bir zahid; ama görünüp bilinmeye karşı bayrak açmış bir
zâhid ü âriftir.

Ebrâr ve mukarrebînin de gıpta ettiği bu garipler,
عَضُوا عَليهَا بِالنَّواجذِ fehvasınca, halkın dinden yüz çevirdiği bir dönemde,
sünnete sımsıkı sarılır, bid’atlara karşı savaş ilan eder, duygu, düşünce ve
hissiyatlarını hep tevhid anlayışı etrafında örgüler, ömürlerini Allah’a
intisabın zevki, şevki ve hazları içinde geçirir, Hz. Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’a
iktidayı, insanları Allah’a ulaştıran bir geminin kaptanına teslim olma şeklinde
görür ve diğer nisbî intisapları da bu nakş-ı âzamın bir ipliği, bir izdüşümü,
bir varyantı ve bir müşiri sayarlar.
Asr-ı saadet ve âhir zaman vilâyetinin
en önemli ve en bereketli bir kaynağı sayılan bu mânâdaki gurbet, câzibesi az,
kıymeti çok, sıkıntısı fazla, derecesi yüksek, şatahat ve iddialara kapalı bir
ululuk yoludur.. ve her devirde bu tertemiz kaynak etrafında bir avuç nezih
gönül ve pak vicdan bir araya gelmiş, cemiyeti saran tehlikeleri göğüslemiş,
ruhlara karşı pusu kurup bekleyen gulyabânîlerle savaşmış; insanları sevgiyle
kucaklamış; onları, dünyevî-uhrevî beklentilerine ulaştırmaya çalışmış; sonra da
mutluluk adına hiçbir şey tadıp duymadan çekip öbür aleme gitmişlerdir.” (age,
s.72-73)

Katmerli gurbet de diyebileceğimiz vardır. İğtirap, sürekli
düzelmeleri bozulmaların takip etmesi ve salâhları fesatların kovalaması;
gece-gündüz devridaimi gibi, gönlün biraz aydınlanmasını müteakip hemen yeniden
karanlığın bastırması duygusudur ki, hemen her zaman, , طوبى للغرباء , ,
muştusuyla serfirâz hizmet erlerinin korkulu rüyaları olagelmiştir ve onu,
düşündükçe ürpermişlerdir. (a.g.e, s. 76)

Bu gurbetin sırf cismânî olanı;
hâlî ve kalbî olanı olduğu gibi; her ikisinin birden duyulup hissedildiği
katmerli yalnızlık olanı da var.

Cismânî iğtirab, tıpkı gurbette olduğu
gibi yurttan-yuvadan, dosttan-ahbaptan uzak kalma. Hele de ulaşma yolları
bütünüyle bozulup, köprüler de harap olunca, çaresizlikten dolayı ruhları tam
bir iğtirab istilâ eder. Beden insanları için çok defa ölümle neticelenen
iğtirab, Allah ve ahirete imanla tadil edilmezse, her zaman tahammülfersâ bir
hâdise sayılabilir, imanla, bu müterâkim gurbetleri göğüsleyip, sonra da şöyle
veya böyle vefat edenlere , موت الغريب شهادة, “Bu kâbil yalnızların vefâtı
şehadettir.” fehvasınca o bir nimettir.

İğtirabın hâl televvünlüsü, ,
ياليتني لم تلدني اُمي,
beyan-ı nebevisiyle tebcil edilmiştir. Fesat
istilâsına uğramış bir zaman diliminde, çağın getirdikleriyle boğuşan çaresiz
bir salih insan; cehalet girdabına kapılmış bir toplum içinde hakikat-âşina bir
alim; nifakın kol gezdiği bir dünyada sadakate kilitlenmiş bir vefa insanı iç
içe böyle bir gurbet yaşamaktadır ve fesadın azgın köpürüşlerini, cahil
yığınların zebil olup gidişlerini, nifak ve nifakçıların her zaman prim
alışlarını gördükçe iliklerine kadar kendini yalnızlık içinde hissederek "Keşke
bu insanlara bir şeyler anlatabilseydik!" der, inler.

Kalb buudlu
iğtiraba gelince, o, ârifin, Hak katındakileri duyuş, seziş ve bekleyişleri
açısından öyle bir gurbetdir ki; duyar, hisseder; duyup hissettikleriyle ruhânî
zevklere açılır; açılır ama, vuslat-ı hakikîye kadar çevresinde Hakk’a kapalı
insanların gurbetlerini ruhunda duyduğu gibi, seyr-i ruhânînin getirdiği
gurbetlerden de bir türlü kurtulamaz; sürekli kalbinde “kurbet”, “üns billâh” ve
“lika” şevk u iştiyakını duyar; duyar ama, hakikî olmasa bile, ya endişe, korku
ve hassasiyetinin örgüleyip yürüdüğü yollarda karşısına çıkardığı berzahların
tesirinde kaldığından ya da bir kısım şuuraltı mülahazaların resmettiği şekil ve
suretler, kalb gözü hadekasını birer perde gibi sardıklarından, derecesine göre
muğteribin yakînî, zannî, tahmînî veya vehmî bir gurbeti söz konusudur ki,
değişik dalga (turkeyarena.com)boyundaki bu şerâreler, vefa, sadakat ve kurb
hususiyetlerine çarparak onların ruhî şekillerine dokunur ve şekil
değişmelerinden meydana gelen boşluklarda gurbet esintileri duyulmaya başlar ki,
işte bu, mütemâdî bir iğtirabtır. Zirâ sâlik, yukarıdaki mülahazalarla arz
etmeye çalıştığımız hususları, kazanma kuşağında kaybetme gördüğünden kendini
çaresizlik içinde hisseder ve bu yalnızlık endişesi, yalnızlık vehmi ve
yalnızlık düşüncesiyle “Keşke anam beni doğurmasaydı!” der ki, bu bildiğimiz
gurbetlerin en ağırı, en idrak edilmezi ve en değerlisidir.

Dünyevî
gariplerin, uhrevîlikle teselli olmalarına; hâl gurebâsının, mârifet ve muhabbet
soluklayarak nefes almalarına karşılık, bütün ölçüleri alt üst eden âriflerin
gurbeti, Kafdağı’ndan daha ağır olsa gerek; zirâ, onlar, dünyanın en garibi,
ahiretin de garibidirler. Ehl-i dünya onları anlamaz; çünkü onların ufku
dünyadır ve onun ötesinde bir şey görüp bilmeleri de mümkün değildir. Âbid ve
zâhitler diyeceğimiz ahiret ehli de onları anlamaz. (age, s.77, 78,
79)

Mutlak vatandan ayrı kalış yeri olan bu dünya, bir gurbet diyarıdır,
bir göz yaşı yurdudur. Burada, mutlak vatan boyasıyla boyalı, sıla rengi taşıyan
yurtlar da var; ama burada gurbet, bazen bu göreli oluş içinde anlaşılıp,
anlatılır. Necip Fazıl, Anneme Mektup şiirinde gurbeti bu anlamda ele alır ve
Ben bu gurbet ile düştüm düşeli, / Her gün biraz daha süzülmekteyim, / Her gece,
içine mermer döşeli, / Bir soğuk yatakta büzülmekteyim, diyerek duygularını
nazma döker.

Yahya Kemal’in Gurbet nedir bilir mi o menfaya gitmeyen? /
Ey gurbet, ey gurubu ufuklarda bitmeyen / Ömrün derinliğinde süren kaygı
günleri, / Yıllarca fakr içinde, hayatın hüzünleri; mısralarında insan, mutlak
sılaya özlem duyan bir gurbet kokusu alır gibi olur. Seyrani’de de bu hava
sezilir : Hicranlar mı çöktü içime benim / Gözyaşımı kimse silmez ağlarım /
Mezarım olsaydı keşki vatanım / Sılamdan hiç haber gelmez ağlarım / Aşkın
mızrağını engine saldım / Diyar-ı gurbette ben garip kaldım / Unuttum kendimi
deryaya daldım / Kimseler halimden bilmez ağlarım / Seyrani’nin yare düşmez
yolları / Başına zındandır Halep çölleri / Talihim yüzüme gülmez
ağlarım.

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere / Şimdi dağlarında mor sümbül
vardır. (Rıza Tevfik), Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser
yavaş yavaş... (Bekir Sıtkı Erdoğan), Gurbetin cemresi düştü içime / Karardı
yine gökler / Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım (Yavuz Bülent Bakiler), Gurbet
ildir koç yiğidin vatanı / Aramazlar gurbet ilde yiteni (Karac’oğlan), Gurbet
elde baş yastığa koyanda / Acep neye varır işi garibin / Gelen olmaz giden olmaz
yanına / Akar gözlerinin yaşı garibin / Gurbet elde garip kimdir bilmezler /
Ağlayınca çeşm-i yaşın silmezler / Garip halin nedir diye sormazlar / Bulunmaz
yaranı eşi garibin (Aşık Garip), Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya
gelinmez... Gurbet elde kıymetimiz / Ya bilinir ya bilinmez (Erzurumlu Emrah),
mısralarını dizen gönüllerin gurbeti ise göreli dünya
gurbetidir.

Bayburtlu Zihni’mizin şu hasret tüten şiirinde ise, bir ara
gurbet dünyası kokusu sezilir gibidir:

Vardım ki yurdundan ayak çekilmiş
/ Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı / Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş /
Sakiler meclisten çekmiş ayağı / Hangi dağda bulsam ben o merali? / Hangi yerde
görsem çeşm-i gazali? / Avcılardan kaçmış ceylan misali / Geçmiş dağdan dağa,
yoktur durağı / Laleyi, sümbülü gülü har almış / Zevk ü safa ehlini ah ü zar
almış / Gama tebdil olmuş ülfetin çağı / Zihni derd elinden her zaman ağlar /
Vardım ki bağ ağlar bağıban ağlar / Sümbüller perişan güller kan ağlar / Şeyda
(Seyda) bülbül terk edeli bu bağı.

Bir söylentiye göre, Bayburtlu Zihnî
bu şiiri, Yavru lakabıyla anılan şeyhi için yazmış. Erzurum, Bayburt
dolaylarında bahar ayı baş gösterir göstermez yaylaya göçler de başlar. Bu
göçler, karların erimesini takiben dağların zirvelerine doğru, kona göçe devam
eder.turkeyarena.com Bir bahar mevsiminde Zihnî, yaylaya göç eden şeyhine ilk
konak yerinde yetişemeyip onu elden kaçırınca, arkasından bu şiiri sazıyla çalıp
söylemiş.

Bazan vatan gurbetlenir, gurbet de vatanlanırmış. Gel artık,
mâsivâ yok, şimdi yurdum Tanrı yurdumdur: / Tüten hücremde imanım, yatan, yer
yer, sücûdumdur. (M. Akif) denilen yer vatandır, sıladır. Vefâsız yurt! Öz
evladın için olsun; vefâ yok mu? / Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ
yok mu? / İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu? / Vatansız, hânümânsız
bir garibim, mültecâ yok mu? / Bütün yokluk mu her yer? Bari bir “yok” der sadâ
yok mu? denilen diyar, vatanda gurbettir; ama Hilâlim, göklerin kalbinde yer
tutmuş, otağındır; / Ezanlar nevbetindir: inletir eb’adı haşyetten; / Cihâzındır
âlemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten; / Cemaatler kölendir. Kâbe’ler haclen...
Gel ey Leylâ, / Gel ey candan yakın cânân ki gâiblerdesin, hâlâ! / Bu nazın
elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan, / Müebbed bir bahar insin şu yanmış
yurda, Mevlâ’dan. (Mehmet Akif), denilen diyar, yani gurbet’e dönmüş yurt(sıla)
da Sevgilinin gelişiyle tekrar sıla rengi kazanacak, gurbet olmaktan çıkacaktır.
Bu gurbet ve sıla, bir kültür ve medeniyet hayatının yaşanıp yaşanmamasına göre
beliren bir gurbet ve sıladır.

Bir kültür ve medeniyet ruhunun bir
kalıpta dondurulup yeryüzüne kondurulduğu şehirler, kasabalar ve köyler, o
kültür ve medeniyeti temsil edenlerin sılasıdır. Kültür ve medeniyetlerinden
kopup uzaklaşanlar, batıp gidenler, gurbette sürgündedirler. Senin kalbinden
sürgün oldum ilkin / Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
(Sezai Karakoç), diyen gönül, metafizik boyalı bir medeniyet sürgünü ve gurbeti
yaşıyor.

KIRIK MIZRAB’IN SILASI VE GURBETİ
Kırık Mızrab’ın
dilinde, Işık ordularının, İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde, / Somaki
musluklarından hep kevserler akar. / Hiç hazan bilmeyen yemyeşil çevrelerinde, /
Her gün bir bahar olur, her gün çiçekler açar / İrem ülkesine benzeyen
bahçelerinde diye tablosu çizilen diyar bir sıla yurdudur. O yurdu çepeçevre bir
şevk ufku kuşatır: Zevk, şevk, neşe dünyamızda her şey gül kırmızı / Öyle
mestleriz ki bilmeyiz baharı yazı... / İnancın sihirli şarkısı dillerimizde; /
Mecnun’unkine denk aşk var gönüllerimizde. / Elmasa dönüp gider uğrayan
bezmimize, / Nurlar yağıyor nurlar, her zaman semtimize! denilen diyar, bir
kutlu sıladır. Bu sıla, bazen yiğitleri geçici ölümlerin kucağında kıvrılıp
kalınca gurbetleşir, yeniden sılaya dönmesi için o yiğidin veya yiğitlerin dönüp
gelmeleri gerekir: Yiğidim görün artık! / Görün ki çok bunaldık. / Canlarımız
gırtlakta, / Son kelime dudakta: Gülümse milletine! / Susadık himmetine.../
Kalmadı hiç gücümüz; / Bizler bir sürü öksüz / Hep itilip kakıldık; / Eşya gibi
satıldık; / Hicran üstüne hicran, / Dahasına yok derman... diye gönül
davetiyeleri gönderilir. O şanlı süvari ufukta belirince de sıla ufukları
görünür: Dopdolu şevklerle çıkıp yollara düşeli, / Aştın maniaları küheylan gibi
bir bir.../ Encama ereceğin heyecanından belli; / Şahlan ki şanlı süvarim zaman
sana esir! / Bir kutlu dava uğruna neleri aşarak, / Hayalinde tüllenen ötelerden
renklerle, / Ruhların el salladığı ufka yaklaşarak, / Şu yanık sinelerdeki kudsi
dileklerle. / Erdiğin her merhalede ayrı bir aydınlık, / Bir bezme koşuyor
gibisin şimdi cananla; / Çoktan hırıltıya düştü her yanda karanlık, / Hayretle
bakıyor gökler bu yeni masala.../ Yıllarca görüp duyduğumuz bir tatlı rüya, /
Altın tahtlara kurulmuş kutlu elleriyle; / Dünü ışıktan derya, yarını farklı
ziya, / Bir sır peşindeler mübarek seferleriyle. / Sonsuzluk tutkusuyla
yürüyorlar ileri, / Dillerinde ölümsüzlük türküsü öteden; / Açılıyor bir bir sır
aleminin perdeleri, / Görüyorlar Cenneti bulundukları yerden. / Ve yürüdükçe
büyüyor arkada dalgalar, / Visale erme kuşağında geçmiş-gelecek; / Bambaşka
şeyler gösteriyor şimdi aynalar:? Bugün olmasa da bir gün mazi dirilecek! Ve
işte böylece gurbet sılaya dönecektir.

Gurbetten sılaya dönüşün öncüleri,
Akyol yolcularıdırlar; onlar, Yeni bir dünya kuruyorlardı; harıl harıl... / Her
taraf gökle yarışır gibi pırıl pırıl! Onlar, Altın Tenler’dir. Taptaze altın
tenlere benzer bu yiğitler;/ İniyor çevrelerine ışıktan demetler.../ Sonsuzdan
gelen ilhamla doldukça dolmuşlar, / Hızır’la arkadaş olup sırlara dalmışlar.../
Bilir cihan bunları, belli beldesi köyü, / Çehrelerinde fethedici gizli bir
büyü!../ Ve şimdi dehaya denk bu parlak ferasetler, / Horozu çoktan ötmüş bir
kutlu şafak bekler... İşte bu şafakta doğacak olan gün, gurbeti sılaya
döndürecek gündür. O günün mimarları, Kıvrım kıvrım Hakk’a uzanan yolda, /
Benlik adına herşeyini aşan kahraman.../ Hilkate ait sırların anahtarı onda, /
Büklüm büklüm bir yumak olan elinde zaman. / Durmuş göğe giden yolda rampalar
kuruyor, / Ermiş Hızır’la bir sırlı halvete önceden; / Gelip geçenlere şafak
mesajı sunuyor, / Bağrında tek ışığın çakmadığı geceden.../ Elinde meşale,
saçıyor nur üstüne nur, / Kandiller sıra sıra geçtiği her bucakta; / Atlas
ikliminde her dem üfül üfül huzur, / Tütüyor anber kokusu tüten her ocakta. / Ve
yeşeriyor uğradığı yerler ardından, / Nâra atıyor ovalar, vâdiler, yamaçlar.../
Rüzgâr bahar kokusuyla esiyor her yandan, / Artık dirilip doğruluyor otlar,
ağaçlar. / Sonsuz’la iç içe onun düşünce dünyası, / Dilinde bir yanık türkü,
gönlünde heyecan; / Gözlerinde rengârenk âhiret haritası, / Benliğinde nokta
nokta ötelere imân...olanlardır. Bu güzel yurdun, bu ideal sıla tablosunun
aydınlığı, metafizik bir aydınlıktır.

Kırık Mızrap, Millet Ruhu şiirinde
sılanın yağmalanmış, gurbete döndürülmüş perişan halinin acıklı tablosunu
verirken, beyaz atlı şanlı sıla süvarisini çağırır: Tıpkı rüyalarda olduğu gibi
diril, gel! / Beyaz atının üzerinde bir sabah erken; / Gözlerim kapalı ruhumda
seni süzerken / Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel! diye
inler.turkeyarena.com

Kırık Mızrap şiirlerinin ana teması bu sıla-gurbet
eksenli duygu, düşünce tablolarıyla desen desen, renk renk örülen medeniyyet
televvünlü manzaralarda daha da yoğunluk kazanır. Bu manzaranın genişliği, Orta
Asya’daki dindaşlara ithaf olunan Hicranlı Yıllar şiiriyle gösterilir: .....Bir
kasvetli rüyadayız şu anda, bu gerçek; / Önümüzde aydınlıklara açık bir çağ
var!../ Gece koyulaşsa da bir gün şafak sökecek; / Ve dalgalanacak rüzgâr
bekleyen bayraklar. / Azmet, azmet ki göründü yer-gök sultanlığı, / Yılma
uçurumlar gibi görünen boşluktan; / Yakala çağlar arasında o Altın Çağ’ı! /
Peygamber safına gir, kurtul uyuşukluktan!..

Kırık Mızrap’ın gurbeti,
Gurbet-1 şiiriyle şöyle sunulur: Gurbet, ruhumda poyraz gibi estiydi bir gün, /
Hazân, türküler söylüyordu; yerlerde yaprak; / Sinemde iniltili hâlâ o hicranlı
dün, / Gönlüm, hafakanlarıyla dalgalanan bayrak.../ Daldım eski günlerdeki derin
melâlime, / Kandan bir lücceydi âdetâ gördüğüm yerler. / Ürperdim, bir kere daha
acıdım halime, / Geçince birer birer hayâlimden o günler.../ Gerçi yine bir
gurbet hüznü var sinelerde, / Poyraz biraz serince okşuyor çiçekleri; / Perde
perde neşenin çağladığı her yerde, / Bir gamlı melodi susturuyor böcekleri. /
Ama, o hep kasvetle esip gelen hicranlar, / Artık göç edip gittiler bir başka
diyâra.../ Asırlardan beri gerçeği saran dumanlar, / Birer birer eriyip yol
verdiler bahara.../ Şimdi dertli sinemin o eski huysuzluğu, / Yalnızlık
gecelerimde vefalı arkadaş; / Ve çöllerdekine denk gönlümün susuzluğu; / “Az
ağrı, âsân ölüm” ve iman ola yoldaş!..

Gurbet-2 şiirinde ise gurbet
içinde gurbeti yaşadığını söyler, Kırık Mızrap şairi: Gurbet içinde gurbet, /
Yandım bîhuzûr oldum. / Hasret içinde hasret, / Hem boşaldım, hem soldum. / Ben
ki, bir baht-ı kare, / Dolaştım âvâre âvâre, / Bahtıma tam emâre, / Bir
yeşerdim, bir soldum.../ Kah çöl gibi kavruldum; / Kah bulut gibi doldum; /
Damla damla savruldum, / Düşe düşe göl oldum.../ Bahar geldi çiçekler, /
Yapraklarda böcekler; / Yol yol gezer emekler, / Ben dururken yoruldum. Bu
şiirdeki gurbet, görüldüğü gibi sılaya göz kırpan bir yorgun kafiye ile
bezeniyor.

Kırık Mızrap-2’nin ilk şiiri: Ben Geldim. Bu şiirde kıt’a
sonlarında hep, Aç kapını, tut elimden ben geldim! mısraı tekrarlanır. Üçüncü
şiirin başlığı da: Aç Kapını... Orada, İç içe gurbetteyim, yok gurbetlerin dibi,
denilerek gurbet ikliminin dehşeti duyurulmaya çalışılmaktadır. Bu dehşet
ikliminden ancak mutlak sılanın tecellisiyle kurtulmak mümkündür: Duyayım
kalbimde tecelli ettiğin anı / Ve bakışlarım sonsuzun rengine boyansın! /
Göreyim şevkin vuslâta döndüğü zamanı; / İsterse artık her yanım ateşlere
yansın.../ O öyle bir hâl ki, orda güneş bir bengisu, / Madde çözülüp mânânın

bağrında erimiş; / Ruh tecelli avında, gönülde kurmuş pusu / Herkes bir büyülü
temâşâ ufkuna ermiş’tir.

Bütün bu oluşların zirve noktası, asıl vuslat
iklimi, öz yurt, gerçek sıla, şu mısralarda dile gelir: Boşlukta dönen benliğimi
aşkınla doyur! / Tecelli et gönlüme, “bu da beytim” deyiver... Şairin, asıl
vatanı, Sevgili’nin Evim deyip konduğu Gönül Yurdu’dur. Bu yurt abad olmalıdır.


Gözlerimiz ufukta sürekli tulû bekler / Mihnetkeş garipleri bir de
ünsünle yad et! / Bahçelerde bağlarda her zaman güller açsın! / Gül günlerini
artık bizlere de mu’tâd et! / Uçmak için sonsuza güçlü kanat ver bize / Son
arzumuzdur ya Rab gönlümüzü âbâd et! Garip, gönlü abad olunca gurbetten
kurtulur. Kurtulur ama, bu kurtuluş, ruh için bir mevsimdir. Ruhun gurbet ve
sıla mevsimleri vardır. Bunun için şair: Ağla gözlerim ağla, ırmaklarda gün
dönsün! / Ağla, vadiler Nil, dağlar Tûr-i Sinâ olsun! / Ağla ki, İbrahim’i saran
ateşler sönsün! / Ve yeşeren âsâ ile sihirler bozulsun! der, çünkü, bozulan her
büyü ve sihirle yeni mevsimler yaşanacaktır. Ruhun gurbeti bitmez: Tıpkı bir ney
gibi bütün ömür boyu zar zar / Ne gurbet biter, ne gurûbu hiçbir zaman. / Mecnûn
gibi hep ağlar dolaşır O’nu arar, / Gözleri hicranla dolu, gönlünde
hafakan...

Kırık Mızrap şiirlerinde gurbet büyür. Bu dünya sahnesinde
yeni bir sıla doğurmak için büyür. Bu, çok sancılı bir büyümedir. Onu da
sancılarıyla beraber sonra görelim.
 
  Bugün 0 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol